6 Temmuz 2012 Cuma

Kadınlar İçin Dünyadaki En İyi ve En Kötü Yerler

Fast Company dergisinin web sitesinde "Kadın (Olmak) için Dünyadaki En İyi ve En Kötü Yerler (The Best And Worst Places In The World To Be A Woman)" başlığı ile çok ilginç bir infografik yayınlandı.

Modern Doğum Kontrol Yöntemlerinin Kullanım Yüzdesi, Doğum Sonrası Yaşam Beklentisi, Okula Devam Etme Süresi, Kadınların Hükümette Temsil Edilme Yüzdesi ve Kadın-Erkek Gelir Oranı başlıkları altında 165 ülkenin karşılaştırıldığı infografikte kadınların yaşaması için en iyi ülke olarak Norveç modern doğum kontrol yöntemleri kullanım oranında %82, hükümette kadınların %40 oranında temsili ve kadın-erkek gelir oranında 77 gibi bir rakamla ilk sıraya oturuyor. Son sırayı ise rakamlardan hiç bahsetmeye bile gerek kalmadan Somali alıyor.

Türkiye ise "Daha Az Gelişmiş Ülkeler" grubunda modern doğum kontrol yöntemleri kullanım oranında %46, hükümette kadınların %14 oranında temsili ve kadın-erkek gelir oranında 26 gibi bir rakamla kendisine ortalarda bir yeri zar zor buluyor.

Save The Children organizasyonu tarafından her yıl hazırlanan "State of The World's Mothers" raporunde verilerle Kanadalı National Post gazetesi tarafından hazırlanan infografiğe Fast Company'nin web sitesinden erişmek için bu linki kullanabilirsiniz. 

7 Ocak 2008 Pazartesi

Tekrar merhaba..!


Onbeş gün daha sabretsem, tam 1 yılı dolduracaktım yazı yazmayalı.Bu arada sorumsuz bir Nebahat değilim ama lütfen öyle sanılmasın :)
2007 22 ocakta geçirilen bir kaza.O günkü yazımı nasıl bir ruh haliyle yazdığımı hatırlıyorum.Çok hafif atlatılan ve ciddiye alınmayan önemsiz bir olaydı.Hatta dalga geçmiştim; ama sonrasında sıkıntılar yaşandı.Neyse ki herşey atlatıldı sağsalim; ama yaşanan o korkular, uzun seneler silinmeyecek şekilde izler bıraktı hafızalarımızda.Şimdi herşey yolunda binlerce şükür ki!
Aylardır istememe rağmen bir türlü başına oturamadığım yazımı bugün yazmalıydım.Bana göre birkaç iyi nedenim vardı yazmak için.Hem 1 yılı doldurmadan ‘merhaba’ demeliydim hem bugün de Ankara’ya fena halde kar yağdı hem aynı arabada artık yeni lastiklerimiz var hem de bugün ayın 7si.Bu sonuncusu anlamsız geldi biliyorum; ama ben 7 rakamını çok severim.E bu konuda biraz müsamaha biraz da şevkat gösterirsiniz sanırım.Zaten en başta ‘bana göre nedenlerim’ demiştim :)
Evet yeniden yazmak çok güzel.Yazmakla ilgili bekleyenler bile oldu.Kendimi yeni kitabını bekleyen okurlara sahip yazarlar gibi hissettim.E kadın ruhundan anlıyorlar tabii.Site de Nebahat sitesi olduğu için daha da bir hassaslar :) Bana da teşekkür etmek düşüyor herkese.Tabi bu arada ‘günler ayları, aylar 1 yılı kovaladı’ gibi bir cümle kurmak gayet normal.Bu kovalamaca sırasında öyle çok şey başladı, bitti, devem etti ve devam etmekte ki!Askere gidip dönenler (ki Nebahatin yaratıcısı :) , nişanlanan ve sonrasında evlenenler, hamile kalanlar, hem hamile kalıp hem de doğuranlar, bir şehirden başka bir şehre yerleşip hayatını değiştirenler, buna cesaret gösterenler, aşklar, sancılar, (ve tabii ki ayrılıklar) ; mekanlarla ya da yeni sevgilerle hayatını sıfırlayanlar, sıfırladıklarına pişman olanlar… Ve tabii ki yeni teknolojiler 2008 model arabalar :) ‘’2008 model arabalar'’ cümlesi bana zamanın nasıl geçtiğini daha da kafama dank ettiren bir cümle oldu durup da okuyunca!
Herkese kazasız, belasız, sağlıklı yolculuklar diliyorum…
Hayatın sadece sağlıktan ibaret olduğunu, herşeyde olduğu gibi kaybettiğimizi farkettiğimizde anlıyoruz.Çok yeni hiç duyulmamış bir öğütmüş edasıyla söylediğimin farkındayım ; ama gerçekten de ‘hayat’ hiç de ucuz değil…
Tıpkı Dodge Ram gibi :)

15 Ocak 2007 Pazartesi

James'le Yolculuk Bitmese...


Hava hafiften kararmaya başlamak üzere ve sisle karışmış grilik tüm çevreyi sarmış vaziyette. Ofisimin penceresinden gördüğüm grilik ve serpiştirmeye başlayan kar, beni James Blunt’a götürdü.Tıpkı You’re Beatiful isimli şarkısındaki gibi.
Aslında yaklaşık 3 saattir O’nu dinlemekteyim; ama kafamı kaldırıp pencereden dışarıya baktığımda o muhteşem şarkının muhteşem görüntüleri içindeymiş gibi hissettim kendimi.
Deniz kenarındaki bir uçurumun üzerinde, kar’ın altında şarkı söylemesi… Söylerken üzerindekileri çıkarıp askeri bir düzenle önüne dizişi ve kalabalıkta gördüğü o kıza ‘güzelsin, güzelsin….’ deyip durması…. Ve sonu inanılmaz… Şu anda bile O’nunla o tepeden o suya atlamak istedim. Acaba sıcacık ofisimde mi bunları söylemek bu kadar kolay bilmiyorum ama sanmıyorum. Sıcacık, kadife bir ses ve asilik bir arada… O kadar yakışmış ki!

Neden asilik ve kadınsı hassasiyetle söylenen duygusal parçalar?
Çünkü çok ilginç de bir geçmişe sahip James Blunt. Asker bir aileden gelmekte. Asker bir aileden gelmek ilginç bir geçmiş mi diye sorabilirsiniz ama evet öyle. Çünkü kendi tanımlamalarıyla sadece ‘happy birthday’ şarkısı varmış hayatlarında. Çünkü sert baba, müziğin gürültüden ibaret olduğunu düşünmekteymiş. Bu gidişe son vermeye çalışarak oğlunun eline 5 yaşında keman tutuşturan anne, 7 yaşında da piyanoyla tanıştırmış; Ama bu da yeterli olmamış anlaşılan ki, uzay mühendisliği ve sosyolojiyi birlikte okuma çabaları da sonuç vermeyince, İngiltere’nin en ünlü askeri akademilerinden birine gitmiş sonunda. Ve sonrasında Kosova günleri… İşte o günler müzikle daha iç içe olmaya başladığı zamanlar. Ve ‘Back the Bedlam’ isimli ilk albümünün 10 parçası da Kosova’da yazılmış 1999’da. Albümüm en bilinen parçaları arasında yer alan ‘No Bravery’, Amerikan şiddetine karşı yazılmış. İşte muhteşem görüntüleriyle burada…
İngiliz müzik endüstrisinin en saygın ödüllerinden biri olan Brit Ödülleri’nde 2006’nın En İyi İngiliz Erkek Solo sanatçısı seçilen James –kendisini yakın bulurum da :)- You’re Beatiful ile de En İyi Pop Performans ödülünü aldı.
Bilmeyenlere bildirmek, bilenlere de hatırlatmak istedim. Bu leziz albümü dinlemekten mahrum bırakmayın kendinizi. Şehir trafiği çilesinden uzaklaşmak için günde sabah ve akşam olmak üzere tavsiye olunur…
Hmmm bu arada itiraf etmeliyim ki, telefonumun melodisi de bu parçadır.Kulağa biraz arabesk geliyor olabilir ama inanın introyu dinleyince bana hak vereceksiniz. Bir de özel numara arıyorsa (çünkü açmam o görünmeyen aramaları) çalıp durur, tadından yenmez : )

12 Ocak 2007 Cuma

Malt. Kendi Adını Taşıyan İlk Albüm.


Hani bazı tipler vardır ya araba binince ilk işleri müziği sonuna kadar açar dış dünyayla tüm işitsel bağlarını koparırlar… Hani bazı tipler vardır ya arabada sesi sonuna kadar açıp deli gibi rock parçaları dinler dış dünyayla tüm işitsel bağlarını koparırlar… Hani bazı tipler vardır ya uzun yolda sesi kökleyip Iron Maiden ve Judas Priest dinler, yolun bu şekilde görünmez olduğunu söylerler ve dış dünyayla tüm işitsel bağlarını koparırlar… Hani bazı tipler vardır ya Cenk Bey acaba şarkı söylüyor mu ya da albüm yapıyor mu hiç bilmezler ama bir arkadaşları Cenk Bey’in grubunun yeni albümü çıktı hemen git al dese hiç sorgulamadan gidip albümü alırlar…
İşte siz de bu tiplerden biri, bazıları ya da hepsiyseniz Cenk Bey’in grubu Malt’ın “Kendi adını taşıyan ilk albüm” adlı albümünü hemen almalısınız. Tabi eğer yukarıdaki tiplerden birisi değilseniz ve “Hangi Cenk Bey yahu..?” diyorsanız “Hani Cenk Bey ve Erdem Bey var ya Müebbet Muhabbet ikilisi, onlardan Cenk Bey olanı” cevabı sanırım son derece yeterli olacaktır. Bu cevabın yeterli olmadığı durumlarda da Iron Maiden - Judas karışımı süper bir müzik eşliğinde bulmaca gibi sözlerle arabada dinlemek için bangır bangır bir albüme ihtiyacınız varsa hemen siz de gidip Malt’ın albümünü alın.
Neden konuşmadın benimle
Neden gitmedin vakitlice
Neden durdun öylece
Aşkın gözü kör olabilir ama
İnan bana karnı açtır
İyi sindirilmemiş bir aşk
Üçüncü tekillere muhtaçtır
Aşkın Gözü
Müzik:
 Malt (Cenk Durmazel, Güray Gürsoy, Barış Ertunç, Cenk Turanlı)
Söz:
 Cenk Durmazel

Malt web sitesi : http://www.maltrock.com/

11 Ocak 2007 Perşembe

06 PY 881



‘Bir başlangıç yazısı nasıl olmalı?’ diye hiç düşünmedim.Çünkü bunu düşünmeme bile gerek kalmayacak kadar bağlı olduğum bir araba vardı.Hayatımın arabası, şampanya sarısı Murat 131.

Hayatımızdaki en’lerden biri de oydu.En değerli ve en unutulmaz anılarımın arabası.Alındığı günden, hayatımızdan çıktığı güne kadar öyle çok zaman geçirdik ki, aynı anda 2 kardeşe sahip olduğumu yıllar sonra fark edecektim.Evet dili geçmiş zaman kullanarak yazılmakta bu yazı.Modele bakınca bunun normal olduğunu anlamamak imkansız; ama madde olarak dili geçmiş zamanda kalsa da, anılarımda ve aklıma her gelişinde ‘şimdiki zaman’ hassasiyetiyle yaşıyorum onu.

1979 temmuzunda –hayatımdaki en değerli varlık- kardeşim geldi dünyaya. Ve ondan birkaç ay sonra da ilk arabamız geldi aramıza. 6 yaşındaydım. O gün hala aklımda. Annem ve babam arabayı almaya gitmişlerdi. Aynı apartmanda 1. katta oturan anneanneme bırakmışlardı beni. Onlarla birlikte gitmek istediğimi ve kalmamak için biraz huysuzlandığımı gayet net hatırlıyorum. ’Biz çok kısa zaman sonra geleceğiz’ diyerek bıraktılar beni. Araba almaya gittiklerini söylememişlerdi. Ne düşünerek söylemediklerini sonrasında da hiç merak edip sormadım nedense. Gittikleri andan itibaren onları beklemeye koyulmuştum. Anlaşılan ‘çok kısa zaman’ tanımı benim için oldukça farklıydı. Uzun süre balkonda bekledim hiç içeri girmeksizin. Sonunda geldiler. İçinden çıkana kadar onlar olduğunu bilmiyordum. Onların olduğunu anlayınca da neyin içinden çıktıkları kısmı beni daha çok meraklandırmıştı. Apartmanın arka cephesine bakan dairenin uzun ince balkonunun ucundan sarkmış annemlere bakıyordum. Önümü kesen kocaman kayısı ağacının dalları arasından, arabayı görmeye çalışıyordum. İnce siyah demirli korkulukların üzerinde, parmak uçlarımda yükselerek ona biraz daha yakınlaşmaya çalışıyor gibiydim. Annem arabadan uzaklaşıp bana yakınlaşmaya başlamıştı. Balkonun altına gelip, ‘bak ne aldık’ dedi. Ve işte böylece benim hayatıma da girmişti resmen. Hangi biri anlatılabilir ki! İlkokula onunla başlamam, O’nunla yaptığımız tatiller, bize sırdaşlık ettiği zamanlar, şahitlik ettiği sevinçler-üzüntüler!? Yaz tatiline çıktığımız günün en erken saatinde, yatağımdan çıkıp O’nun koynuna giriyordum. Uğur böcekli beyaz yastığım ve kareli battaniyemle birlikte sarmalıyordu beni. Uyandıktan sonra yine O’nun kucağındaydım. Bu kez arka camdaki hoparlörlerin dibinde olurdum. Orası benim ikinci yerimdi. O daracık alana sığardım. Vücudumun sol tarafı orda, sağ kolum ve sağ bacağım aşağı sarkmış öylece giderdik kilometrelerce. Sonra biraz daha büyümek ve artık koltuğun yerlisi haline gelmek. Arka sağ koltuk bana aitti artık. Aklımız daha da erdiğinde daha da çok anı biriktirdi içinde. Erzincan-Refahiye yolunda korkudan titrediğimizde, uçurum kenarında ölümden döndüğümüzde hep birlikteydik.

Bizden ayrılacağı günlerde de ‘hayatımın arabası’ , aslında hayatımın da bir kısmını çizmişti belki de.Satıldığını öğrendiğim gün de, alındığı gün kadar net aklımda maalesef.11 yıl olmuştu.Ve artık daha yeni araba sahibi olmaktan bahsediliyordu.Mütevazi bir aile olarak onun yenisi, Şahin marka bir arabaydı bizim için. Babam son zamanlarda bundan bahsetmekteydi; ama ben dinlemeyi çok da tercih etmiyordum. Zaten başım kalabalıktı. Ders çalışılması, üniversiteye hazırlanılması, derslere gıcık olunması gereken bir zamandaydım. Meşguldüm yani çokça. Ve ÖSS sınavından önceki gün gelip çatmıştı artık. Yorgun ve bezmiş halde döndüm eve. Ama hayal ettiğim gibi sakin bir halde bulamadım evi. Annemin arkadaşları vardı ve yeterince de gürültülü konuşmaktaydılar eksik olmasınlar. Hoşgeldiniz faslından sonra, ne kadar izole olabilirim acaba düşünceleriyle uzaklaştım salondan ve odama geldim. Ve işte ne olduysa o anda oldu. Duymamam gereken en önemli şeyi o an duydum. Arkadaşlarından biri bir diğerine şampanya sarısı Muratımızın satıldığını söyledi. Annem anında ‘şşşş Burçak bilmiyor’ diye uyardıysa da artık çok geç olmuştu. Çünkü ben çoktan gözyaşlarımı yere bırakmıştım bile. Çok üzüldüğümde yaptığım gibi hıçkırıklara boğularak ağlamamın ardından uyuya kalmıştım. Ve o halimle kalkıp ertesi gün sınava girdim. Sonuç: şıkları kayan 21 soru idi. Sınav sonuçlarının açıklanmasını beklemek çok zordu. Neyseki hüsran olmadı ve o puanla girmeyi çok istediğim bölüm sınavlarına girme hakkı elde edebilmiştim.

İlkokula O başlatmıştı. Gitmeden önce de görevini tamamlamak istercesine üniversiteye de sokmuştu beni.
Hayatımın arabası, hayat yolumun bi kısmını da çizmişti belki de…